17 Haziran 2013 Pazartesi

Tüm Öğrencilerime: Yaşadığının farkında olmak için iyi bak - Yankı Yazgan

Yaşadığının farkında olmak için iyi bak - Yankı Yazgan

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1196815149&news_code=1370335894&year=2013&month=06&day=04#.Ub72Evl7JrU

Ankara’daki Fen Lisesi 1964’de öğrenime açılmış fen ve matematik ağırlıklı yatılı bir okuldu. Müfredatı benzeyen okullar 1980’lerde Türkiye’nin dört bir yanına yayıldıysa da, yetkililer işin gösterişinden ötesini düşünmedikleri için Ankara Fen Lisesi’nin laboratuvar altyapısını başka yerde kurmaya pek zahmet etmediler. Seksenli yıllarda kamu kaynakları okula mescit yapmak gibi faaliyetlere odaklanınca, Fen Lisesinin yıllar içinde eskiyip çürüyen laboratuvarları ve malzemeleri mezunların çabalarıyla yaşatılmaya çalışıldı.

1960’larda bilimde gerçekleşen sayısız hamlenin meraklı lise öğrencilerine aktarıldığı DNA modellerinden kuantum mekaniğini kavramaya yarayan deney malzemelerine kadar uzanan alanda deneyler öğrettikleriyle beraber zihnimize kazındılar. Bütün o çapraşık deneyler içinde bir tanesi vardı ki, aklımda bambaşka bir yer bıraktı.
Kimya laboratuvarındaki bu ilk deney oldukça basitti ; hatta, ‘bir mum yakın, seyrine bakın’ diye özetlenebilirdi. 

Deneyde biz öğrencilerden istenen bir mum yanarken neler olduğunu ve neler olabileceğini gözlememiz ve anlatmamızdı. ‘Mum deneyi’nin şaşırtıcı basitliğine şaşmayı bırakıp deneyi ‘yapma’ya geçtiğimizde karşılaştıklarımız daha fazla şaşırttı. Sıcaklığı, rengi, ısısının hangi çapta ne kadar hissedildiği, mavi ve kırmızı alevinin farkı, eriyen kısımların aşağıya doğru akışındaki örüntüler diye başlayıp sürdürülebilecek sayısız ayrıntıya gömüldüğümü hatırlıyorum. Gözlemin gücü diye bir terim varsa bu durum için kullanılabilirdi. Hayatın sıradan bir ayrıntısına, bir mumun yanışına, sadece anlamak amacıyla belli bir mesafeden baktığımda o güne kadar aklıma gelmemiş ne çok ayrıntıyı yakalamıştım. Bakmak, sadece anlamak için gözlemek…

Sorgulamaksızın dinlemek ya da gözlemek, mum deneyinden yıllar sonra psikoterapi eğitimleri sırasında, daha sonra ‘mindfulness’ çalışmalarında dünyaya ve başka insanlara bir bakma biçimi olarak karşıma çıktı. Herhangi bir değerlendirme yapmaksızın, bir hüküm vermeksizin yaşananı sadece fark edebilmek anlamında kullanılan ‘mindfulness’ (Türkçesi ile ilgili değişik öneriler var, ‘farkındalık’ en sık kullanılan, bir de ‘ayrımsama’) bir yerde Doğu kökenli meditasyon uygulamalarının bir parçasıyken, bambaşka bir yerde hayatı anlamak için hiç bir veriyi reddetmeden gözlemenin ve izlemenin bir aracı oluyordu. Mumun yanışını hiç unutmamamda, o anda olan biteni süzmeksizin algılamamın katkısı vardı.

Acı ya da sıkıntı verici olaylardan bakışlarımızı kaçırmak, farkındalığımızın dışında tutmaya çalışmak doğal bir kaçınma ve rahat etme aracı gibi gelebilir. Oysa, sıkıntı ya da üzüntü verici bir yaşantıya, tam odaklandığınızda, o yaşantıyı işimize gelmeyen yanlarını süzmeksizin anlamaya ve gözlemeye çalıştığımızda acı vericiliğinin azaldığını hissedebiliriz. Bu olayın niteliği değiştiği için değil, durumun geçiciliğini fark ederek, geçmesini bekleyebilmemiz ve acıya da geçici olduğu için daha iyi dayanabilmemiz sayesinde olur. ‘Bu da geçer ya Hu’ deyimindekine benzer bir geçicilik algısı baskıya ve acıya dayanabilme gücünü verir.

Bilimsel perspektif, bir araştırmaya başlarken konuyu deneyselleştiren bir cümle  (bir hipotez) kurmaya ve gözlemlerden elde ettiği bilgiyle kendi hipotezini desteklemeyen verileri arayıp bulmaya dayanır.
Bilimsel perspektifin popüler olamaması doğasındadır. Bir başka açıdan bizim doğamızdadır. Bilimin yöntemi bizden doğal eğilimimize aykırı davranış bekler. Zira, doğal (‘el değmemiş’) davranışsal eğilimimiz kendi müthiş hipotezimizi destekleyecek ve inandığımıza ters düşmeyecek verileri çevremizden seçip almaya, kalanını süzgeçten geçirmemeye yeminlidir adeta.  Haklı çıkmak için her şeyi yapan ‘doğal’ (bilimsel düşünüşten payı verilmemiş) zihin yapımız, her durum için verilerin bir kısmını kullanıp kalanını görmezden gelerek ikna edici (ve bilimsel araştırmaların bazılarından elde edilmiş verileri de içeren) bir açıklama bulabilir. Örnekler sayısız; bir kaç tanesini de ben ‘güçlüler ve destekçileri’ adına uydurayım :
Gezi parkına (ya da Emek sinemasına) zaten gidilmemektedir; gidenler azınlıktır, gidilmeyen bir yer yok edilebilir. Üstelik, yok edildikten sonra araya girecek sayısız olay bunu da unutturur, farkındalığı önler. Biz yapacağımızı yaparız.

Halk zaten bizi desteklemektedir (böylece biz ile yaptıklarımızı tek parça kılıp, ne yapsak yeridir sonucuna varılabilir)
Insanlar boğazı yüzerek geçemeyeceği için (doğru söze ne denir) bir köprü daha yapılması zaten bir gerekliliktir.
Yavuz Selim bir çok önemli yere ismi verilmiş bir şahsiyettir, bundan neden alınıyorsunuz ? Selimiye Camiinin adını da mı değiştirmeliyiz (‘o Selim başka Selim’ deseniz de bağırtıdan duyulmaz).
Siz sevgili okurlar örnekleri çoğaltabilirsiniz.

Hayatın sadece bizi rahatsız etmeyecek, hayata ilişkin hipotezlerimizi destekleyecek kısmına bakıp gerisini görmezden gelmek alışkanlığı iktidardakiler veya güçlüler ile sınırlı değildir. Kendi bakış açılarımızda da bu kendini haklı çıkartma ‘refleksini’ yakalayabiliriz. Dünyaya karşımıza ne çıkarsa görmek ve incelemek (ve bir süreliğine de olsa öylece ‘kabullenmek’) üzere baktığımızda, kalıcı olanı görebilir, rahatsız edici ya da korkutucu olanların o hallerinin bekleyebildiğimiz ve dayanabildiğimiz ölçüde öylece geçip gittiğini fark ederiz.

Bir ‘farkındalık’ egzersizini dünya işine siyasete karışmadan kendi kendine yapmak isterseniz, sağ elinizin avuç içini açıp 60 saniye inceleyin. Daha önce görmediğiniz dağlar, ırmaklar, yollara bakarak başlayın. Sonra kafanızı kaldırıp gökyüzüne, yanınızda yatan çocuğunuzun sırtına dikkatlice bakın. Mum deneyindeki gibi gördüğünüz hiç bir şeyi görmezden gelmeden, hatta bir kenara yazarak. O zaman farkındalık üstünlüğü sizde olur.

3 Mayıs 2013 Cuma

Öğrencileri Çok mu Zorluyorum Acaba?

Sevgili Öğrencilerim

Son sınavlardan sonra öğrencilerden şahsen duyduğum ya da bazı öğrencilerimin mesai arkadaşlarıma yakındığı bir konu hakkında sizlerle paylaşımda bulunmak istedim. Öğrencileri çok zorladığım konusu!!
Öncelikle sınavda şu ana kadar anlatmadığım herhangi bir konuda soru sormadım, aksine özellikle soracağım dediğim yerlerden sorular sordum. Dahası size özel bir muamele söz konusu değil, örneğin yıllardır sorduğum ve derslerde de soracağımı belirttiğim kaynakça hazırlama sorusunu sordum, ki bu kaynakçadaki bazı maddeler yıllardır noktasına ya da virgülüne dokunmadan sorularda kullandığım maddelerdir.
Bu durumda ben çok değiştiğimi söyleyemeyeceğim. Ama yeni gelen kuşakların farklı değerlerle yetiştiğini ve kendi kuşaklarının değerlerinin onları bu değerlendirmeye ittiğini düşünüyorum. Yeni kuşağın değerleri nelerdir eminim siz benden daha iyi bilirsiniz.  Ama distracted generation bu kuşağa verilen isimlerden sadece birisi. Bir mesaj bombardımanı altında yaşayan, sosyal medya bağımlısı, ama herhangi başka bir işe uzun süre odaklanamayan ve derslerde bile bundan vazgeçemeyen bir kuşak var karşımızda. İhtiyacı kadar çalışan, herhangi bir konuda wikipedi deki bilgileri ya da youtube'da izlediği 6 dakikalık bir videoyu yeterli bulan bir kopyala-yapıştır nesli. Bilgiye bu kadar erişim sahibi ama kullanmayı gereksiz bulan bir kuşak. Emek vermeyi bilmeyen ya da istemeyen bir nesil, ama emek vermeden başarı istemek biraz haksızlık değil mi?
Bu konuda zihin açıcı ve güzel bir yazı için;  Çile bülbülüm çile

Bunun üzerine bir de "benim çocuğum özel" diyen anne babaların yetiştirdiği özel çocuklarla karşı karşıyayız sanırım. Evet her insan kendi dünyasının merkezindedir, ama etrafta başka dünyalar olduğunu da unutmamalı sanırım. Ortaöğretimde çalışan arkadaşlarımdan böyle ebeveynleri duyardım, her fırsatta "siz bu çocuklardan ne istiyorsunuz, onları neden zorluyorsunuz" diyen ve okulu basan ebeveynleri. Eh böyle ebeveynlerin çocukları da  herhangi bir sorumlulukla karşılaşmadan, sınır ya da sıkıntıyla karşılaşmadan büyüyen çocuklar sanırım. İlk sıkıntıda da meseleyi ailesine havale eden ya da daha kolaycı bir şekilde başkalarının üzerine atarak kendini rahatlatan bir kuşak.  

Bu konuda zihin açıcı ve güzel bir yazı için Yediği önünde yemediği ardında

Söyleyeceklerim bu kadar, ofis saatlerimde her zaman olduğu gibi sizleri dinlemek için hazır olacağım. Neler diyeceğinizi merak ediyorum. 


2 Ocak 2013 Çarşamba

Mutlu Yıllar

Sevgili öğrencilerim, 2013 yılı savaşlardan, sömürüden uzak, insanlığa barış, sizlere de başarı getiren bir yıl olsun, her şey gönlünüzce olsun ama ne olursa olsun illaki, ve illaki... 

Sağlık Olsun


Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun.. Yemeğin ne olursa olsun,masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Can Yücel